Kendini değersiz hisseden insanların en sık yaptığı hata, öz değerlerini başkalarının onayı, ilgisi ya da sevgisi üzerinden tanımlamaya çalışmalarıdır. Bu durum, ruhsal olarak son derece kırılgan ve dışa bağımlı bir yapı oluşturur. Düşünsene; bir insan sana değer verdiğinde moralin yükseliyor, ama o insan bir adım geri çekildiğinde ya da seni görmezden geldiğinde hemen içsel dengen bozuluyor. Bu döngü seni hem başkalarının davranışlarına bağımlı hale getirir hem de kendine dair algını sürekli değişken bir hale sokar. Değerli hissetmek için dışarıdan sürekli beslenmen gerekiyorsa, içsel boşluk hiç dolmaz.
İşte tam da bu yüzden, kendi içinde sağlam bir zemin, bir referans noktası inşa etmelisin. Kendine şu soruyu sorarak başlayabilirsin:
“Biri bana değer vermese de ben neden değerliyim?”
“Benim bu hayattaki varoluşumun anlamı ne?”
Bu sorular kolay değil. Hemen yanıtları gelmeyebilir. Ama üzerinde düşünmeye başladığında, yavaş yavaş kendi iç sesinle yeniden bağlantı kurmaya başlarsın.
Şunu hatırla: Eğer uzun zamandır kendini önemsiz, gereksiz ya da görünmez hissediyorsan, bu senin gerçekten değersiz olduğun anlamına gelmez. Sadece seni sen yapan yönleri fark edememiş olabilirsin. Bazen çevremizde o kadar çok eleştiri, kıyas ve beklenti olur ki, kendi potansiyelimizi göremez hale geliriz. Tıpkı üstü tozla kaplanmış bir kitap gibi… Bilgisi yerindedir, kıymeti tamdır ama kapağı açılmadığı için kimse fark etmez. Kitap değersiz mi olur? Hayır. Sadece keşfedilmemiştir.
Hayatta bazen kendimizi yanlış insanların eline teslim ederiz. Seni hiç tanımayan, derinliğini görmeyen, anlamaya çalışmayan kişilere onaylatmaya çalışırsın kendini. Onlar seni ya yanlış tanımlar ya da hiç görmez. Böyle bir durumda da içinden “Demek ki ben yeterince iyi değilim” çıkarımı yaparsın. Ama belki de sen sadece seni tanımayan bir kalabalığın içine düşmüşsündür.
Kendi değerini keşfetmenin yolu, içe bakmaktan geçer. Başkalarının seni nasıl gördüğünü değil, senin kendini nasıl gördüğünü sorgulaman gerekir. Herkesin seni anlamasını bekleyemezsin. Bazıları seni sadece kendi işine yaradığın kadar görür. Bazıları kıyaslar, bazıları küçümser. Ama sen kendine şu soruları sormalısın:
“Ben kendime hakkımı veriyor muyum?”
“Beni değerli kılan neler var?”
Bir kâğıda kendinde sevdiğin ya da başkalarına katkı sunduğunu düşündüğün 10 özelliği yaz. Empatin, çalışkanlığın, dürüstlüğün, çözüm odaklılığın… Ne olursa. Yazdıkça “neden değerliyim?” sorusunun yanıtı içinden yükselmeye başlayacak.
Unutma: İnsanlar seni bazen yargılar, küçümser, hatta yanlış tanımlar. Ama sen kendi geçmişini, mücadeleni, sessiz direnişlerini bilirsin. Başkası bilmese de sen bunların hakkını vermelisin. Zorluklara rağmen hâlâ ayakta olman bile başlı başına bir değerdir.
Duygu Gerçeklik Değildir: Değersizlik Hissine Duygular Değil, Düşünceler Yön Vermeli
Kendini değersiz hisseden bireylerin en sık yaptığı şey, o anki duygularını mutlak gerçeklik gibi algılamaktır. Oysa duygu geçici bir dalgadır; düşünce ise o dalganın yönünü belirleyen kaptır. Duygu, şu an içimizde olan histir; düşünce ise bu hissi nasıl yorumladığımız ve ona nasıl anlam yüklediğimizdir.
Örneğin bir sabah aynaya bakarsın ve kendini yorgun, solgun hissedersin. Güzelliğinde ya da fiziksel görüntünde belirgin bir değişim olmamıştır ama o gün çirkin hissedersin. Ertesi gün, aynı aynaya daha farklı bir gözle bakar, kendini daha iyi hissedersin. Fiziksel özellikler değişmedi, ama hissettiğin değişti. Çünkü duygu sabit değildir; koşullara, ruh haline, uykuna, hormonlarına, hatta hava durumuna göre bile şekil alabilir.
İşte burada kritik hata şudur: Değersiz hisseden kişi, “Böyle hissediyorsam, demek ki öyleyim” yanılgısına düşer. “Kendimi başarısız hissediyorum, demek ki başarısızım.” “Sevilmiyor gibi hissediyorum, demek ki kimse beni sevmiyor.”
Hayır. Bu, duygunun seni kandırdığı andır.
Asıl dönüm noktası şuradadır: Hislerin seni aşağıya çekse bile, düşüncelerin seni yukarı taşıyabilir. Duygunla değil, ilkenle hareket edersen değişim başlar. O yüzden şu soruyu kendine sık sık sormalısın:
“Kendini değerli hisseden biri olsaydım, şu an ne yapardım?”
Bu soruya verdiğin yanıt, senin pusulan olacak. Çünkü duygu inişli çıkışlıdır ama prensip, sağlam duruşun temelidir.
Kendini değersiz hissetsen de, değerliymiş gibi davranmayı öğrenmelisin. Sessiz kalmak istesen de, fikrini nazikçe dile getir. Geri planda kalmak cazip gelse de, bir adım öne çık. Çünkü bu davranış biçimi zamanla senin iç dünyanı da dönüştürür. Hissettiğin değil, seçtiğin tutum seni inşa eder.
Gerçek bir örnek: Danışanlarımdan biri, üniversite yıllarında sınıfta hiç konuşmayan bir gençti. Çok zeki olmasına rağmen fikrini söylemeye çekinir, başkaları “Saçma bulur” diye korkardı. Ama sessiz kaldıkça, gerçekten de kimse onun varlığını fark etmemeye başladı. Giderek görünmezleşti, daha da içe çekildi. Bir gün bir cesaretle sunum yaptı. Sunum o kadar etkiliydi ki, herkes hayran kaldı. Sonra şu cümleyi kurdu: “Meğer beni fark etmiyor değillermiş, ben kendimi göstermemişim.”
İşte bu kırılma anıdır.
Ayrıca şunu da eklemek gerekir: Kendini değersiz hisseden bireyler çoğunlukla çok nazik, hassas, empatik insanlardır. Bu özellikleri onları özel kılsa da, sınır koyma konusunda zorluk yaşamalarına neden olabilir. Birine “hayır” demek onları suçlu hissettirir. Sanki karşısındakini hayal kırıklığına uğratmak, kendi varlık haklarını ihlal etmiş gibi gelir.
Ama gerçek şudur: Sınır koymak kimseye zarar vermez. Aksine, insan ilişkilerini sağlıklı hale getirir. Kendi sınırını çizen biri hem daha fazla saygı görür, hem de kendi iç dünyasında daha güvende hisseder. “Hayır” demek, kendini korumaktır. Ve kendi sınırlarını koruyan bir birey, başkalarının gözünde de daha değerli ve saygın bir konuma yerleşir.
O yüzden kendine şu soruyu sor:
“Başkaları kırılmasın diye sürekli kendi sınırlarımı ihlal ediyorsam, kim beni koruyacak?”
Cevap net: Önce sen.
Birine “hayır” dediğin için, sınır çizdiğin için kendini suçlu hissetmemelisin. Bu senin en temel hakkın. Hatta bu adım, öz saygını inşa etmenin temelidir. Değerli hissetmek; önce kendi alanını, ihtiyaçlarını ve sınırlarını tanımaktan geçer. Biri senden hoşnut olmayacak diye kendi ihtiyaçlarını yok saymak, uzun vadede sadece seni tüketir.
Toplumda birçok insan, yaptığı seçimleri “kendi isteği” zanneder ama gerçekte başkalarının ne düşüneceğine göre hareket eder. Belki de sen de zaman zaman “ben bunu kendim için yapıyorum” diyorsun ama durup düşünmeye değer:
- Gerçekten kendi isteğin mi?
- Yoksa birilerinin onayını almak ya da eleştirisinden kaçmak için mi?
Çok şeyden vazgeçiyoruz: Başlamaktan, istemekten, hayal kurmaktan… Sırf başkaları rahatsız olmasın, yargılamasın diye. Ama kendi hayatını erteledikçe içindeki boşluk büyüyor ve bir noktadan sonra kendine yabancılaşmaya başlıyorsun. Kendini değersiz hissetmenin arka planında genellikle bu içsel ihmal yatıyor.
Bu yüzden artık şu soruyu sormalısın:
- “Gerçekten ne istiyorum?”
- “Kimi memnun etmeye çalışıyorum ve neden?”
Başta zor gelecek. İnsanların tepkisinden çekineceksin. Belki suçluluk hissiyle boğuşacaksın. Ama zamanla şunu fark edeceksin: İnsanları memnun etmek adına kendini susturdukça, aslında kimse kazanmaz. Ne onlar seni tam anlar, ne sen kendini iyi hissedersin. Bu yüzden hissettiğin suçluluk geçicidir, ama koyduğun sınırlar sana uzun vadede özgürlük getirir.
Değerli Hissediyorsan Hayata Karışırsın
Öz değeri güçlü bir insan, hayata karışır. Okuldaysa el kaldırır, iş yerinde fikrini dile getirir, bilmediği şeyi sorar, hakkını arar. Çünkü var olma hakkına inanır. Ama değersiz hisseden biri, hep geri planda durur. Sanki konuşursa hata yapacak, fark edilirse yargılanacak sanır. Bu korkuyla susar, çekilir ve zamanla görünmezleşir. Bu sessizlik döngüsü büyür. Önce özgüvensizlik olarak başlar, sonra sosyal kaygıya, hatta depresyona dönüşebilir. Bu yüzden çıkış noktası şudur:
Duygularına rağmen harekete geç.
Düşüncen şöyle olsun: “Korkuyorum ama yine de söyleyeceğim. Utanıyorum ama yine de katılacağım. Kendimi yetersiz hissediyorum ama yine de deneyeceğim.”
Toplantıdaysan fikrini söyle. Okuldaysan ön sıraya otur. Yanlış da olsa sorunu sor. Bu adımlar seni yavaş yavaş içine kapandığın o dar çemberin dışına taşır.
Şunu unutma:
Hayır demek, sınır koymak, seçmek, vazgeçmek… Bunların hiçbiri birine zarar vermek değildir. Kendini korumaktır.
Bir insana hayır dediğin için özür dilemek zorunda değilsin. Hayır diyebilmek, “Ben de varım” diyebilmektir. Kendine alan tanımaktır.
Birçok insan, yaptığı şeyleri “kendim için” yaptığını düşünür ama aslında başkalarının beklentilerine göre yaşar. Bu yüzden kendine şu soruyu dürüstçe sor:
“Gerçekten kendi isteğimle mi yaşıyorum, yoksa onaylanmak için mi?”
Çoğu zaman hayır diyememek, değersiz hissetmenin görünmeyen köklerinden biridir. Oysa hayatın iplerini eline almak, bazen “hayır” demekle başlar.
Sevgiyle kalın.
Uzman Klinik Psikolog Jülide Başoğlu